(TBMM) – Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Başkanı Mesut Azizoğlu, TBMM Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda, “Kürt meselesindeki çözümsüzlük 100 yıldır herkese kaybettiriyor. Halbuki Kürt meselesinin çözülmesi için çok haklı ve insani gerekçeler var. Kürtler yıllardır Türkiye toplumuna kimlikleri, dilleri ve kültürleri ile ilgili yaşadıkları haksızlıkları ve taleplerini anlatmaya çalışıyor” dedi. DİTAM Başkan Yardımcısı Sedat Yurtdaş da “İşime geldiğinde sürdürüyorum, işime gelmediğinde buzdolabına kaldırıyorum” anlayışının kalıcı çözümler üretemeyeceğini belirtti.
Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında TBMM Tören Salonu’ndaki 12. toplantısını sürdürüyor.
Komisyonda konuşan DİTAM Başkanı Mesut Azizoğlu, Kürt meselesinde daha önce hiç yaşanmayan yeni bir döneme girildiğini söyleyerek “Devletin Kürt meselesini çözme niyeti ve girişimi ile beraber Abdullah Öcalan’ın açıklamasının ardından PKK’nin kendini feshedip silahları bırakma kararı yeni bir durum oluşturdu. Yıllarca bu tür toplantılarda Kürt meselesinin neden çözülmesi gerektiğini anlatmaya çalıştık ama artık bugün bu yeni durum, herkese Kürt meselesi ile ilgili yeni şeyler söyleme zorunluluğunu ve imkanını veriyor” dedi.
Artık çözüm için yapılması gerekenleri ve bunların nasıl yapılacağına dair konuların da konuşulması gerektiğini belirten Azizoğlu, şöyle devam etti:
“‘Devletin bu işi çözmeye niyeti yok’ ya da ‘PKK silah bırakmadan hiçbir şey olmaz’ cümleleri bu tür toplantıların içeriğini sınırlıyordu ve çözümde ortaklaşmanın önünde hep engel, hatta belirli kesimler için çözümsüzlüğe dair sürdürülebilir bir hareket alanı yaratılıyor. Kürt meselesindeki çözümsüzlük 100 yıldır herkese kaybettiriyor. Halbuki Kürt meselesinin çözülmesi için çok haklı ve insani gerekçeler var. Kürtler yıllardır Türkiye toplumuna kimlikleri, dilleri ve kültürleri ile ilgili yaşadıkları haksızlıkları ve taleplerini anlatmaya çalışıyor. Devletin, Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne Kürtlerin yaşadığı bölgeleri bilerek ihmal ettiğini ve bu nedenle ekonomi, sağlık, eğitim gibi hayatın hemen her alanında mağdur edildiklerini ispatlamaya çalışıyorlar. Fakat maalesef bugüne kadar bu gerekçeler Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü için çok fazla dikkate alınmadı.”
“Kürtlerin yaşadığı illerin hemen her alanında geride olduğu görülüyor”
Azizoğlu, DİTAM’ın Diyarbakır‘da Kasım 2024’te “Kürt meselesinde çözümsüzlük Türkiye’ye neler kaybettiriyor?” başlıklı toplantı düzenlediğine değinerek, “O toplantıda çözümsüzlüğün Türkiye’de ekonomiye, toplumsal hayata ve uluslararası ilişkilere etkileri konuşuldu. Türkiye’nin problemlerinin oluşumunda Kürt meselesinin ne kadar etkisi var, bunlar anlatıldı. Çözümsüzlüğün sadece Kürtlere değil, bütün Türkiye’ye kaybettirdiği görülüyor. Devlet kendi açısından riskli gördüğü bu durum nedeniyle çözüm arayışına girdi. Bugün Kürtlerin yaşadığı illeri Türkiye’nin diğer bölgeleri kıyasladığınızda, bölgenin tamamının hayatın hemen her alanında geride olduğu görülüyor” dedi.
“Kürt siyasetinin neredeyse Türkiye toplumuyla bağı kesildi”
Azizoğlu, doğru yöntemler, doğru içeriklerle bile toplumun ikna edilmesinin uzun zaman alacağına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Hatta belki hiç ikna olmayacak kesimler bile olabilecek. Bu sorunun çözümsüzlüğünün bugün ve gelecekte yaratacağı maliyetlerin topluma anlatılması gerekiyor. Çözümsüzlük üzerinde ısrar etmenin uzun vadede oluşturacağı risklerin toplum tarafından anlaşılması gerekiyor. Geçmişten bugüne ve özellikle son yıllarda yaşananların ardından Kürt siyasetinin neredeyse Türkiye toplumuyla bağı kesildi. Adalet duygusunun sağlanmasıyla ilgili öncelikli olarak Kürtlerin gerekçelerinin dikkate alınması gerekiyor. Çünkü bu meseleden kaynaklı çok acılar çekildi.
Bu nedenle adaletin o onarıcı yanına Kürtlerin daha fazla ihtiyacı var. Yapılacak bütün çalışmalar Kürt meselesinin 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sonra hala devam eden bir mesele olmaması düşünülerek planlanmalı. Mesela Kürtler arasında genç nüfusun oranı çok yüksek ve bu göçlerin önemli bir kısmı ne eğitimde ne istihdamda kendine yer bulamıyor. Bu oran Türkiye ortalamasının neredeyse iki katı. Bu nedenle gelecek için eğitim, ekonomi başta olmak üzere hayatın tüm alanlarında ilgili kurumların bugünden çalışmaları başlatmaları gerekiyor.”
Yurtdaş: “19. dönemden bu yana sayısız konuşma, tahlil ve uyarı tutanaklarda var”
DİTAM Başkan Yardımcısı Sedat Yurtdaş da 1991 yılında Diyarbakır Milletvekilliği yaptığını hatırlatarak geçmişte Kürt sorununun çözümüne ilişkin atılan adımlara ilişkin, şöyle konuştu:
“Arkadaşımız Leyla Zana’nın yemin töreninde Kürtçe bir cümle sarf etmesi büyük bir infaale yol açtı. 34 yıl sonra bir Barış Annesi’nin bu çatı altında farklı gerekçelerle de olsa Kürtçe kendini ifade edememesi eşit dil eşiğinin aşılamadığının açık anıtı durumunda. Oysa dil bir halkın kalbidir. Susturulursa ruh yaralanır. Komisyon topluma eşitlik hissini vermek konusunda daha cesur olmalı. Kürtçenin tüm kurumlarda özgürce konuşulabildiği bir Türkiye yalnızca Kürtler için değil, tüm toplum için bir özgürlük müjdesi olacak. 19. dönemden bu yana sayısız konuşma tahlil ve uyarı tutanaklarda var. Tespitler yapılmış, çözümler, yol haritaları önerilmiş ancak bazı konularda ne yazık ki mesafe alınamamıştır. Kayyum uygulamaları, 19 Mart 2025’den bu yana seçilmişlere yönelik sistematik operasyonlar, CHP de tıpkı geçmişte ve bugün olduğu gibi HEP, HADEP, HDP ve DEM Parti gibi anayasal güvenceden, hatta seçim, hukuk güvenliğinden yoksun bırakılarak sulh ceza, asliye ceza ve asliye hukuk mahkemelerinin yargı yetkisine tabii kılınarak en somut örnek olarak bu uygulamalar gösterilebilir. Adaletin yaralandığı yerde barış krizleri sancısı çekilir. 1993 Nevruz’u bir fırsatın kaybını da ifade eder.
“Turgut Özal’ın kaybı muhtemelen ‘Kürt, anasını görmesin’ anlayışının en ağır bedelinden biridir”
Yine de 1993 Nevruz öncesinde Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal’ın teşvikleri, Celal Talabani’nin katkısı ve Cengiz Çandar’ın özel çabalarıyla Ahmet Türk’in başkanlığında bir heyetle barış, ateşkes için Şam’a gittik. Şam’da Sayın Abdullah Öcalan’la sembolik değerlerine binaen götürdüğümüz kalem ve kravat eşliğinde silahların susması, barışın sağlanması ve kalıcı çözüm için görüşlerimizi etraflıca paylaştık. Bu görüşmeler barışa olan umudun somut bir adımıydı. Barış konuşanların değil, esasında dinleyenlerin zaferidir. Silahlar susacaktı, nitekim sustu. Yasal ve demokratik adımlar atılacaktı. Ancak biz daha Şam’dayken 19 Mart 1993’te İmam Celal’in misafiri olduğumuz bir sırada ‘6 ay içerisinde çözüm için önemli adımlar atacağı’ mesajını bize iletmiş olan Sayın Özal’ın rahatsızlığını ve vefat ettiğini duyduk. İmam Celal o hafta ‘Kürtler bir dostunu kaybetti’ dedi ve ‘Öldürüldü’ diye ekledi. Özal’ın kaybı yalnızca bir liderin kaybı değil, bir barış fırsatının da kaybıydı. Bu trajedi barışın ne kadar kırılgan olduğunu bize öğretti. Bu kayıp muhtemelen ‘Kürt, anasını görmesin’ anlayışının en ağır bedelinden biridir. Kısa bir süre sonra Bingöl’de 33 silahsız askerin öldürülmesiyle barış ve çözüm umutları tümden rafa kalktı. Faili meçhuller, köy yakmalar, zorunlu göçler, sürgün ve sansür rutin bir devlet pratiğine dönüştü ve çözüm bir kez daha ıskalandı.”
“Anayasa’nın bütün maddeleri tartışılabilmeli”
“İşime geldiğinde sürdürüyorum, işime gelmediğinde buzdolabına kaldırıyorum” anlayışının kalıcı çözümler üretemeyeceğini söyleyen Yurtdaş, şu önerilerde bulundu:
“Barış sınırları aşar ve umuttur. Anayasal ve yasal güvenliğin sağlanması, Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınması, Anayasa’nın bütün maddeleri tartışılabilmeli. Ancak madde 42 ve 66’yı ve Milli Eğitim Temel Kanunu da kapsayacak şekilde Kürtçenin anaokuldan üniversiteye, anaokuldan eğitim, yayın, medyada, kamusal hayatta özgürce kullanılmasının yasal güvenceye kavuşturulması gerekir. Siyasal katılım ve özgürlük sağlanmalı, mağdurların manevi olarak tazmin edilmesi amacıyla toplumsal yüzleşme, geçmişle yüzleşme çalışması yapılmalıdır. Gerçekten arşivlerin açılması gerekiyor Sayın Başkan. Çeşitli kaynaklardan okuduğumuz üzere Şeyh Sait dönemi arşivi de 1990’ların sistematik gayrimeşru yaşandığı dönemin arşivleri de açılmalıdır. Diyarbakır, Batman, Mardin ve Van gibi büyük şehir belediyelerine Kürtçe için ödenek gösterilerek bu konuda öncülük yapılmalıdır.”