(ANKARA) – DEM Parti Eğitim Politikaları Komisyonu Eşsözcüsü İlknur Birol, “Çocuk yoksulluğu ve eğitimde derinleşen bir eşitsizlik mevcuttur. Bugün eğitim yılı, çocuk yoksulluğunun ve derin eşitsizliklerin gölgesinde başlıyor. Çocuk yoksulluğu artık halkın gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Çocuk yoksulluğu eğitimden yoksunlukla birlikte gerçekleşiyor. Ankara Tabip Odası’nın elde ettikleri verilere göre, ailesinin yanında en temel ihtiyaçları karşılanmayan çocuk sayısı son 7 yılda yüzde 40 oranında artış göstermiştir” dedi.
DEM Parti Eğitim Politikaları Komisyonu, Çocuk Komisyonu ve Dil, Kültür ve Sanat Komisyonu, 2025-2026 eğitim-öğretim yılının başlaması dolayısıyla parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.
DEM Parti Eğitim Politikaları Komisyonu Eşsözcüsü İlknur Birol yaptığı açıklamada, şunları kaydetti:
“2025-2026 eğitim öğretim yılı bugün başlıyor. Milyonlarca çocuk ve genç okulları ile buluşacak. Öncelikle çocuklara, gençlere, ailelere ve tüm eğitim emekçilerine iyi bir başlangıç ve her yönüyle umut dolu ve sağlıklı bir eğitim yılı diliyoruz. Ancak biliyoruz ki bu dileğimizin gerçekleşmesi eğitim alanında yıllardır çözümsüz bırakılan sorunların aşılmasına bağlı. Ne yazık ki Türkiye’nin eğitim sistemi bütüncül olarak değerlendirildiğinde tablo hiç iç acıcı değil, oldukça iç karartıcı bir tablodur. Bu tablonun arka planında sınıfsal ve kimliklere dayalı eşitsizlikler yer almakta, AKP iktidarları döneminde ise bu eşitsizlikler daha da derinleşmektedir. Türkiye’de eğitim hiçbir zaman çocuklar ve gençler için özgürleşmenin ve kendini geliştirme imkanının alanı olarak olarak kurgulanmamıştır. Aksine siyasi iktidarların ve sermayenin ihtiyaçlarını önceleyen düzenlemelerle şekillenmiştir. Bugün çocuk emeği sömürüsü, çocuk yoksulluğu, kamusal bütçelerin azalması, eğitimin özelleştirilmesi ve ana dilinde eğitim hakkının engellenmesi gibi sorunlar giderek daha da ağırlaşmaktadır.
“Çocuklar iş gücü piyasasına itiliyor”
Çocuklar iş gücü piyasasına itiliyor. Eğitim sermayeye açılmaya devam ediyor. AKP döneminde 4 + 4 + 4 formülüyle yürürlüğe giren 12 yıllık zorunlu eğitim, bugün iş çevrelerinin baskısıyla tartışmaya açılıyor. Başta MÜSİAD olmak üzere, sermaye gruplarının talepleri çocukları erken yaşta iş gücü piyasasına çekmeyi hedefliyor. Bu ise çocuk emeği sömürüsünü derinleştirmekten başka bir anlama gelmiyor. Patronlar, çocuklara erken yaşta işçi tulumu giydirmeye niyet etmiş durumdalar. Oysa çocukların geleceğini iş cinayetlerine mahkum eden bir eğitim sistemi asla kabul edilemez.
“Kamu kaynaklarının okul öncesi eğitime ayrılan payı OECD ortalamasının gerisindedir”
Okullar, sermayenin iş gücü kaynağı haline getirilemez. Mevcut göstergeler eğitimin ticarileştiğini gözler önüne seriyor. Türkiye’de ailelerinin ilkokul düzeyinde yaptığı harcamalar OECD ülkelerinin ortalamasının 4 katına ulaşmış durumda. Öte yandan, kamu kaynaklarının okul öncesi eğitime ayrılan payı OECD ortalamasının gerisindedir. 2023-2024 verilerine göre, özel okulların sayısı hızla artarken, kamu okullarının payı hızla gerilemektedir.
“Çocuklarımız aç”
Çocuk yoksulluğu ve eğitimde derinleşen bir eşitsizlik mevcuttur. Bugün eğitim yılı çocuk yoksulluğunun ve derin eşitsizliklerin gölgesinde başlıyor. Çocuk yoksulluğu artık halkın gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Çocuk yoksulluğu eğitimden yoksunlukla birlikte gerçekleşiyor. Ankara Tabip Odası’nın elde ettikleri verilere göre, ailesinin yanında en temel ihtiyaçları karşılanmayan çocuk sayısı son 7 yılda yüzde 40 oranında artış göstermiştir. Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklarda skorbit, sinir sistemi ve cilt hastalıkları, anemiler, kansızlık, raşitizm, diş çürükleri ve diş eti hastalıkları ile kas hastalıkları gibi çok sayıda hastalık ve rahatsızlık ortaya çıkıyor. Yani çocuklarımız aç.
“Ücretsiz okul yemeği uygulaması tüm eğitim kurumlarında yaygınlaşmalıdır”
Öğrenmeyi ve anlamayı oldukça güçleştiren bu rahatsızlıklar yetersiz beslenmeye bağlı olarak artış eğilimi gösteriyor. Nesillerini yetersiz beslenmenin kıskacında sağlığından eden bir eğitim sistemini elbette kabul etmiyoruz. Bu utançla konuşulacak bir konudur. Çocukların sağlığını öncelemeyen bir devlet, Eğitim Bakanlığı hiçbir süslü sözle bu gerçeği ortadan kaldıramaz. Oysa yapılacak bellidir. Ücretsiz okul yemeği uygulaması tüm eğitim kurumlarında yaygınlaşmalıdır. Ek bütçeler yaratılarak okullarda en az bir öğün, ücretsiz ve sağlıklı yemek verilmelidir.”
“Ana dilinde eğitim hakkının tanınmadığı bir sistem, çocukları eşitlikten ve özgürlükten uzaklaştırıyor”
Birol, ana dilde eğitim hakkının tanınması gerektiğini ifade ederek, şunları söyledi:
“Barışın yolu ana dilden geçer. Eğitim alanının kronik hale gelmiş sorunlarından biri de ana dilinde eğitimin yıllardır bu topraklarda bir hak olarak görülmemesi ile ilgilidir. Üstelik barış ve demokratik toplum çağrısı ile birlikte yaşadığımız yeni dönemde en kritik başlıklardan biri ana dilinde eğitim hakkıdır. Demokratik bir toplumun çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir iklimde var olabilmesi ancak bu hakkın tanınmasıyla mümkündür. Bugün milyonlarca Kürt çocuk kendi ana dilinde eğitim alma hakkından mahrum bırakılarak okullarına başlıyor. Ana dilinde eğitim hakkının tanınmadığı bir sistem, çocukları eşitlikten ve özgürlükten uzaklaştırıyor. Onları asimilasyoncu bir düzenin çarkları içine hapsediyor. Bu durum yalnızca dil kaybına değil, psikolojik, sosyal ve kültürel açıdan büyük yaralara yol açıyor.
“Büyük bir eşitsizliği yaratan bu ayrımcı sistem çocuğun özerk birey olma hakkını da elinden alıyor”
Barış toplumu demokratik toplumdur. Barış toplumu her bir bireyini doğuştan gelen haklarıyla kucaklayan toplumdur. Barış toplumu siyasetin dar faydası ile değil, toplumun geniş faydası ilkesiyle kurulabilir. Barış toplumu reddetmez. Barış toplumu inkar etmez. Demokratik kurallara dayalı eşitlik ve özgürlük sağlamayı birincil ilke kabul eder. Eğitim sistemini de buna göre biçimlendirir. Ne yazık ki 2025-2026 eğitim öğretim yılının açılışı ile birlikte başta Kürt çocukları olmak üzere milyonlarca çocuk ana dilinde eğitim hakkından yeniden mahrum kalmaya devam edecekler. Büyük bir eşitsizliği yaratan bu ayrımcı sistem çocuğun özerk birey olma hakkını da elinden alıyor.
“Bu tablo, eğitimin tüm boyutlarıyla büyük bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor”
2025-2026 eğitim öğretim yılı çocuk emeği sömürüsünden çocuk yoksulluğuna, ana dilinde eğitim hakkının gaspından eğitime ayrılan bütçenin yetersizliğine kadar çok yönlü sorunlarla başlıyor. Bununla birlikte mülteci çocukların eğitime erişim hakkının güvence altına alınması alınmaması, engelli çocukların ihtiyaçlarını önceleyen kapsayıcı politikaların hayata geçirilmemesi, karma eğitimin tartışmaya açılarak hedef haline getirilmesi, eğitim alanında dinin araçsallaştırılması ve sistemin bütünüyle piyasalaştırılması gibi sorunlar da derinleşerek devam ediyor. Bu tablo, eğitimin tüm boyutlarıyla büyük bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor.”