Ali Babacan: “Erdoğan’ın Kaybedeceğini ya da Zayıflayacağını Bile Bile Ülkeyi Seçime Götüreceğini Zannetmem”

Haber : Emine DALFİDAN

(ANKARA) – DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, yeni anayasa ile niyetin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü açmak olduğunu vurgulayarak, “Eğer bir şekilde Erdoğan’ın tekrar aday olmasının önünü açacak bir formül aranıyorsa eğer bu formül anayasa değişikliğiyle yapılamazsa o zaman ne olacak? Seçim biraz erkene alınacak. Biraz erkene alınacak ki o da Meclis kararıyla Erdoğan tekrar aday olabilsin. Şu anda tamamen öncelikleri bu” dedi. Babacan, erken seçim ihtimali ile ilgili “Erdoğan’ın kaybedeceğini ya da zayıflayacağını bile bile ülkeyi seçime götüreceğini zannetmem. Yani şu anda ibre pek iktidardan yana görünmüyor. Şu anda iktidarın desteği zayıf. Böyle bir durumda risk almaz diye tahmin ediyorum” diye konuştu.

Ali Babacan, gündemdeki konularla ilgili ANKA Haber Ajansı’na değerlendirmelerde bulundu. Yeni anayasa ve erken seçim tartışmalarına değinen Ali Babacan, parti olarak anayasa konusunda somut ve ayrıntılı çalışmaları olduğunu anlattı. Babacan,”Yeni anayasa ifadesini kullanan kim? İktidar. Kaç yıldır kullanıyor bu ifadeyi? 5 yıl, 6 yıldır. Tek bir madde gündeme getirebildiler mi? Getiremediler. Başörtüsü ile ilgili bir madde getireceğiz dediler, onu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar, yapamadılar. Yeni anayasadan lafız olarak bahsetmek kolay ama ‘getir bakalım masaya’ dediğinizde zor iş. Yapamıyorlar” ifadelerini kullandı.

“İktidar tek bir madde ortaya koyamadığı için yeni anayasadan muratları nedir anlamıyoruz”

AK Parti’nin yeni anayasa konusunda kendi içinde bir komisyon kurduğunu anımsatan Babacan, şöyle devam etti:

“Cevdet Yılmaz açıklamış ‘Muhalefetin önerisi varsa getirsin’ diye. Muhalefetin önerisi 6 parti imzasıyla yayınlanmış. Biz DEVA olarak 115 madde hazırladık, 84 maddesini Altılı Masa’ya getirdik zamanında. 6 parti ortak imzayla 84 maddelik anayasa değişiklik paketi açıkladık, hem de kodüfikasyonu tamamlanmış şekilde. Yani eski madde, yeni madde, gerekçeler… Yeni anayasa derken ne istiyoruz, ne yapacağız, bunları yazdık. 84 madde de yetmez diyoruz, 84’ün üzerinde de yapılması gereken şeyler var.

“Zaten basının, sivil toplumun, muhalefetin canını okuyorsunuz, Başkanlık Sistemini daha da tahkim edip ne yapacaksınız”

İktidar tek bir madde ortaya getirmiyor. Tek bir madde masaya koyamadıkları için de muratları nedir anlamıyoruz yeni anayasadan? Ne istiyorsunuz? Erdoğan arada bir diyor ki ‘Başkanlık sistemini daha da tahkim edeceğiz.’ ya zaten basının, sivil toplumun, muhalefetin canını okuyorsunuz. Başkanlık sistemi ile beraber başkanlık sisteminin verdiği yetkilerle beraber daha da tahkim edip ne yapacaksınız yani? Bizim hazırladığımız anayasara parlamenter sistem var, güçler ayrılığının olduğu, denge kontrol mekanizmalarının dercedildiği ama nasıl olacağının da detayı var. Yani denge kontrol tamam. Peki nasıl sağlayacaksın denge kontrolü? Bir yaz bakayım. Çok zor iş.

Bizim koordinasyonunu yaptığımız çalışmada herkes de altına imzasını attı, bütün partilerin de genel başkanlarının imzası var bunda. Çok önemli bir hazırlık. Bizim çalışmamız bu. Getirsinler ortaya bir şey koysunlar bakalım. Çünkü niyetin iyi olmadığını ben düşünüyorum açıkçası.  Niyet burada, şöyle ya da böyle, birinci en önemli hedef ne? Hedef mümkünse bu dönem sınırını kaldırmak. Yani iki de bir süre doluyor. ‘Dönem sınırını kaldıralım, Erdoğan’ın önünü bir açalım.’  Bana göre en önemli hedeflerinden birisi bu. Bunu ya 360’lık bir anayasa değişikliği artı referandumla yapacaklar. ya 400’lük bir Meclis’te anayasa değişikliği ya da 360’lık bir oylamayla Meclis’te seçimi 1-2 hafta öne çekerek ya da 6 ay öne çekerek artık neyse, öyle yapacaklar.

Yoksa bütün bu süreçte, bu Kürt sorununun çözümü ile alakalı eğer bazı sözler verildiyse, bilemiyoruz. ‘Ya tamam bak şu örgüt işini bir bitirelim, terörü gündemden çıkaralım, ondan sonra şunları şunları da çözeriz’ gibi sözler verildiyse onlarla ilgili hususlar da karşımıza gelebilir. Ama ben DEM Parti heyetinin en son ziyaretinde de söylemiştim, ‘Bakın size şöyle bir paketle gelebilirler. Sizin anayasa değişikliği talepleriniz var. ‘Tamam, zaten bunlar Türkiye’nin ihtiyaçları. Yaparız. TRT Kürdi’yi açan biz değil miyiz? Neymiş ki ana dili konusu, eğitim konusu ne ki yani? Çözeriz. Ama birkaç ufak şey var onları da pakete koyarız. İşte Cumhurbaşkanının görev süresi gibi konular’ diyebilirler. Ben bunu DEM heyetine söyledim, ‘Böyle bir imtihan bekliyor sizi, hazır olun. Bu artık önünüze gelecek, 3 haftaya mı, 3 aya mı ama önünüze gelecek. Bu imtihana hazırlanın’ dedim.

Yani bunu getirebilirler. Çünkü DEM’in desteğiyle olan bir anayasa değişikliği Erdoğan’ın istediği değişiklikleri sayısal olarak tamamlayabilir. Onun için bakalım nereye götürecek.”

“Erdoğan’ın meşruiyetini tekrar sorgulatacağı bir referandumu tercih edeceğini ben zannetmiyorum”

Yeni bir anayasa için en güçlü ihtimalin hangi yöntem olduğu sorusuna Ali Babacan şu yanıtı verdi:

“Erdoğan’ın meşruiyetini tekrar sorgulatacağı bir referandumu tercih edeceğini ben zannetmiyorum. Referandum riskli iş. Çünkü hiçbir referandum sadece kendi referandum konusuyla sınırlı kalmaz. Referandum o referandumu millete sunan irade ile ilgili aynı zamanda bir güvenoyu niteliği de taşır. Yani insanlar referandum içeriğine bakıp ona göre evet-hayır demez sadece. ‘Kim sunuyor, ben onu onaylıyor muyum onaylamıyor muyum’ diye de bakabilir. Dolayısıyla böyle bir referandumu Sayın Erdoğan bir risk olarak görürse kendisi açısından, kendi güven oylaması açısından o zaman referandumsuz bir şekilde de çözmeye çalışabilir tabii. Fakat şimdiye kadar bu anayasa meselesi çok konuşuldu, bir yere gitmedi. Dolayısıyla samimi iseler getirsinler maddeleri konuşalım. Biz samimiyiz işte getirdik maddelerimizi. Onlar samimiyseler getirsinler kendi maddelerini. Ne istiyorlar? Nasıl bir anayasa diyorlar görelim.

Tabii şöyle riskler de hep olur, önce bir taslak gelir ama sonra son dakika, önce bir kamuoyu ölçülür. Son dakika komisyonda bir şey daha eklerler.”

“Şu durumda Erdoğan risk almaz”

“Erken seçim ihtimali görüyor musunuz” sorusu üzerine Ali Babacan, “Eğer bir şekilde Erdoğan’ın tekrar aday olmasının önünü açacak bir formül aranıyorsa eğer bu formül anayasa değişikliğiyle yapılamazsa o zaman ne olacak? Seçim biraz erken alınacak. Biraz erken alınacak ki o da Meclis kararıyla Erdoğan tekrar aday olabilsin. Şu anda tamamen öncelikleri bu” dedi.

“2026’da erken seçim ihtimali olup olmadığı” sorusuna Babacan, şu yanıtı verdi:

“Erdoğan’ın kaybedeceğini ya da zayıflayacağını bile bile ülkeyi seçime götüreceğini zannetmem. Yani şu anda ibre pek iktidardan yana görünmüyor. Şu anda iktidarın desteği zayıf. Böyle bir durumda risk almaz diye tahmin ediyorum. Ama 2028’in 14 Mayıs’ı değil mi en geç tarih, o takvim yaklaştıkça şöyle bir hesap yapabilir: ‘Ben bir yılımı yakarım ama 5 yıl kazanırım. ya da ‘6 ayımı yakarım ama 5 yıl kazanırım.’ veya ‘Seçimi iki hafta öne çekerim, aday olurum.’ Bunların hepsi ihtimal dahilindeki şeyler. Yoksa ötesinde şeyler söylemek kolay değil. Çünkü pek çok konu ve soru bizim kontrol alanımızın dışında. Yani Erdoğan’ın da kontrolünde değil tam, yüzde 100 kontrol edildiği meseleler değil. yüzde yüz kontrol edebilse zaten hiç uğraşmazlar bunlarla, seçimle falan uğraşmaz.”

“Yeni Yol grubu olarak zaman zaman Meclis’te grubu olmayan diğer partilerle de bir araya geliyorsunuz. Önümüzdeki dönem muhalefet nasıl şekillenir? Tek bir çatı altında bir araya gelme gibi bir durum söz konusu olabilir mi” sorusu üzerine Ali Babacan, geçen yıl 12 Ekim’deki büyük kongrelerinde açıkladıkları stratejiyle “Türkiye’yi bu iki kutuplu siyasete mecbur bırakmak istemediklerini”, AK Parti-CHP ikileminden Türkiye’yi çıkarabilecek üçüncü bir yol açılmasının önemli olduğunu vurguladıklarını belirterek, Yeni Yol’u nasıl kurduklarını anlattı.

Babacan, şöyle konuştu:

“Biz aslında 2023 seçimlerinde bu iki kutuplu siyasetin sonuçlarını bir miktar ölçtük, gördük. Bir tarafta Cumhuriyet İttifakı vardı, bir tarafta Millet İttifakı vardı. ve Millet İttifakı’ndaki 6 partinin aldığı desteklere bakarsak 2 artı 2, 4 etmedi; yani 2 artı 2,  3 etti. Çünkü AK Parti’den kopan seçmen bir anda gidip de CHP’ye, CHP’nin logosunun altına ‘evet’ oyunu basamadı. Yani toplumun bir kesimi dedi ki ‘Siz ayrı girseydiniz destek verecektik ama bizden bunu istemeyİn altı ok’a elimiz gitmiyor.’ Bunu maalesef gördük. ya da dedik ki insanlara ‘Ali Babacan’ı seviyorsanız, destek veriyorsanız o zaman Kemal Kılıçdaroğlu’na evet mührü basın.’ Bunu da bir kısmı yaptı, bir kısmı yapamadı. ‘Sizi seviyoruz ama nasıl olacak şimdi Kılıçdaroğlu’na evet diyemiyoruz’ dediler. Olmadı yani.

“Önümüzdeki seçimler için CHP ana muhalefet ama onun yanında bir güçlü muhalefete daha ihtiyaç var”

Dolayısıyla bu önümüzdeki seçimler için evet CHP ana muhalefet olacak kuşkusuz ama onun yanında bir güçlü muhalefete daha ihtiyaç var diye düşünüyoruz. Yani bu ikisinin toplamı öbür tarafı geçiyor mu geçmiyor mu? Önemli olan hesap bu.

Biz 2023’te bölünme olmasın dedik, Türkiye’nin en genç siyasi partilerinden birisi olarak kendi parti kimliğimizi seçime üç ay kala ortadan kaldırdık. Büyük bir fedakarlık yaptık aslında kendi adımıza ama sonucu da gördük. Şimdi o sonucu göre göre bir daha tekrar aynı hatayı yapmayız, olmaz yani. Kaldı ki CHP’nin de öyle bir niyeti yok. Yani Cumhuriyet Halk Partisi, ‘Gelin bütün bir partiyle bir arada olalım” diyor mu? Demiyor. Onlar diyor ki ‘Biz tabanda ittifak yapacağız.’ ‘Sosyal demokratlar, muhafazakar demokratlar…’ sayıyor. Onları hep ben sayıyordum 5 yıldır,  şimdi Özgür Bey sayıyor. ‘Onların hepsini CHP’ye bekliyoruz’ diyor. CHP’nin de böyle bir niyeti yok. Çünkü 2023 seçim stratejisinden şu anki yönetim de mutlu değil, yani ‘yanlış yaptık’ diyorlar. Sorduğumuz zaman ‘yanlış yaptık, olmadı’ diyorlar. Dolayısıyla orada da zaten öyle bir niyet yok. Oradaki o niyeti gördük. Yani böyle bir niyetin olmayacağını…

“AK Parti’den kopan seçmen bir daha bu tarafa gelmeyecektir, çok zor”

Şimdi ‘CHP olarak biz kanatlarımızı açtık, bütün millet bize gelsin’ diye bekleyiş içindeler. Olur olmaz bilemiyorum. Ama biz daha realist baktığımızda, özellikle AK Parti seçmenini biraz daha iyi tanıdığımızı düşündüğümüz için AK Parti’den kopan seçmen bir daha bu tarafa gelmeyecektir, çok zor.

Belki gençler olabilir, gençler için çok farketmiyor. Gençler çok hızlı şekilde değiştirebiliyorlar tercihlerini. Ama belli bir yaşın üstündeki seçmenin birden oraya gitmesi mümkün değil. Yani bir ara durağa ihtiyaç var, AK Parti’den kopanların. İşte o ara durak güçlü olursa ses getiren bir ara durak olursa o zaman sonuç alırız diye düşünüyoruz açıkçası.”

“CHP’nin kendi bileceği iş”

“CHP’de Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olmazsa Mansur Yavaş’ın adaylığına nasıl baktıkları” sorusuna Babacan, şu karşılığı verdi:

“Biz Altılı Masa döneminde çok disiplinli ve prensipli hareket ettik. CHP’li isimlerle ilgili hiçbir yorum yapmadık, hiçbirisiyle ilgili. Dedik ki, ‘CHP kurumsal olarak masaya hangi adayı getirirse biz o adayla ilgili görüşlerimiz söyleriz. Bunun ötesi CHP’nin iç işine karışmaktır.’ Hiçbir şey söylemedik. Kemal Bey’le ikili görüşmelerimizde bile ben bir yorum yapmadım bununla ilgili. ‘Siz kendi içinizde konuşursunuz, tartışırsınız, CHP’nin önerisini geliştirirsiniz. Biz de kendi önerimizi geliştiririz. Masaya koyarız, öyle ilerleriz’ dedik. Çünkü öbür türlüsü bize göre şık olmuyor. Başka partilerin iç işlerine müdahale olarak görüyoruz.

Kendi tercihleridir. Kendileri nihayetinde kimin üzerinde mutabık kalırlar, kimi aday gösterirler, CHP’nin adayı mı olsun derler, ortak aday olsun mu derler? Artık o kendi bilecekleri iş yani. Kendileri bir karar versin ondan sonra biz yorum yaparız.”

Erdoğan’ın ABD ziyareti… “Verdik ama ne aldığımızla ilgili bir şey yok”

Ali Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti ve Donald Trump ile görüşmelerine ve ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın “meşruiyet” açıklamasına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önce ABD’den Türkiye’ye ithal edilecek ürünlere vergi indirimi yapıldığını anımsatan Babacan, şöyle konuştu:

“Ticarette, bilançoda aktif-pasif diye bir şey vardır. ya da gelir tablosunda gelirler-giderler. T cetveli. Buna İtalyan usulü muhasebe denir. Yani ne aldık ne verdik? Ne verdik? Daha Erdoğan Washington’a gitmeden önce Amerika’dan Türkiye’ye ithal edilecek ürünlerde vergi indirimine gittiler. Mesela otomobil, mesela pirinç. Türkiye’deki tarımı öldürdükten sonra dönüp dışarıdan daha çok daha çok tarım ürün ithal ettiler. Alkollü içecekler… Türkiye’de alkollü içeceklerin korkunç bir vergisi var. Ama Amerika’dan geleceklere vergi indirimi. Tütün, meyve, kozmetik, plastik… Uzuyor liste. Ne verdik? Daha gitmeden önce peşinen avans ödemesi bu, yani ticari tabirle. Hani önce bir şey alacak olursanız bir avans, kapora ödersiniz ya. Ondan sonra da geri kalanı ödersiniz. Adeta bir kapora, avans olarak vergi indirimi…

Arkasından neyi öğrendik? Sayın Erdoğan’la Trump’ın Beyaz Saray’daki toplantı öncesi basın açıklaması. Ki o da gariptir yani normalde toplantı yapılır, koordinasyon sağlanır. ‘Basına ne söyleyeyim’ diye konuşulur. Ondan sonra basına açıklama yapılır. Daha ‘A’ demeden basını salona doldur, soru al…. Ben Dışişleri Bakanlığı yapmış birisi olarak… Zaten düğmeleri yanlış ilikleyip devam ettiren bir durum yani.

Tabii önce görüşme basına kapalı diye duyuruldu. Yani şaşırtmacaya da gitmiş olabilirler. Beyaz Saray’ın resmi açıklamalarında her aşama basına kapalı diye duyuruldu. Ama ne zaman ki liderler Oval Ofis’e girdi, birden basın ordusunun soru cevabı başladı. Erdoğan’ın hazırlıksız olduğunu da şuradan anladım… Durup dururken Heybeliada, Patrikhane dedi. Kaldı ki Patrik de birkaç hafta önce Washington’u ziyaret etmişti, hatırlıyorsanız.

Şimdi ne verdik? Tam içeriğini bilmediğimiz ama Patrikhane ile ilgili bir şeyler verildi ya da veriliyor. Ne olacağını bilemiyoruz. Bu arada bazı konular da gecikmiş konular. Yani bunu tutup da Amerika’yla al-ver konusu yapmak… Kendi vatandaşlarımız bunlar. Kendi vatandaşlarımız bizim Türkiye Cumhuriyeti içerisinde bir patrikhane, Amerikalıların kurumu falan değil.

Daha sonra durup dururken Halk Bank’tan bahsetti. Ama ondan sonra Halk Bank’la ilgili hiçbir şey duymadık. Orada ne oldu bilmiyoruz. Ne talep edildi, ne verildi, ne alındı? Bilmiyoruz.

Bir LNG sözleşmesi yapıldı. Biz Amerika’dan daha fazla LNG’yi alacağız, yani sıvılaştırılmış doğal gaz. Nükleer enerji ile ilgili bir anlaşma imzalandı. Amerika’dan biz muhtemelen, daha detaylarını tam bilemiyorum ama küçük nükleer santraller var, çok büyük yatırım değil de daha küçük boyda, onlarla ilgili bir şey diye tahmin ediyorum. Dolayısıyla onlar yine bize nükleer enerji ile ilgili bir şeyler satacaklar.

Peki biz ne istiyorduk? F35 istiyorduk. Trump, Erdoğan gittikten sonraki basın toplantısında, ‘F35 olabilir ama onların bir şey yapması lazım’ dedi. Daha ne vereceğiz bilmiyorum yani şu verdiklerimiz listesinde. Ama F35’i alabildik mi? Yok. F16 filomuz eskiyor. ‘F16 alalım’ diye bir çaba var biliyorsunuz 40 tane. Onunla ilgili bir gelişme var mı? Hiçbir şey bulamadık.

Uçak motoruyla alakalı Türkiye’nin talebi var. Özellikle Kaan projesindeki muhtemel tedarikçilerden birisi Amerika diye anlıyoruz. Bununla ilgili bir şey aldık mı? Bilmiyoruz. Verdiklerimizi biliyoruz da hepsi anlaşma çünkü imzaladık. Bazılarını avans verdik, bazılarını imzaladık, verdik ama ne aldığımızla ilgili bir şey yok. Uçak motorunu bilemiyoruz.

Caatsa ile ilgili bir ilerleme var mı, yok mu? Ne yapacaklar, bilmiyoruz bir imza yok, bir söz yok, taahhüt yok, hiçbir şey yok. Verdiklerimiz peşin verilmiş durumda, imzalanmış durumda ama alacaklarımızla ilgili sadece belirsizlik.

“Erdoğan Gazze’den hiç bahsetmedi”

Peki Gazze ile ilgili ne sözü aldık? Basın varken Beyaz Saray’daki görüntüyü hatırlayın, Erdoğan Gazze’den hiç bahsetti mi? Bahsetmedi. Erdoğan gittikten sonra Trump Gazze’den bahsetti mi? Bahsetmedi. Fakat dönerken uçaktaki gazetecilerle bir soru cevap. Arkadan bir de cuma namazında cemaate hitap.

Uçakta biraz Gazze’den bahsediyor ama asıl cuma cemaatine Gazze’yle ilgili uzun uzun bir şeyler söylüyor. Şimdi tabii bu maalesef Gazze meselesinde hükümet ne kadar samimi ne kadar laf olsun diye bu işi götürüyor emin değiliz. Düşünün ‘ticareti kestik, kesiyoruz’ dedikleri yıl İsrail’in en büyük ithalat yaptığı 5. ülke Türkiye. Bunu da başka ülkelerin istatistiklerinden ve El Cezire’nin haberlerinden öğrendik hep beraber. İsrail’in en büyük beşinci tedarikçisinin Türkiye olduğunu öğrendik.

“Bu meşruiyet arayışı ve Amerika’nın Erdoğan’ın asıl değerlerinin meşruiyet olduğu konusundaki teşhisi alenileştirmesi ülkemiz açısından da demokrasimiz açısından da gerçekten çok acı”

Kısacası, Türkiye olarak ne aldık ne verdik? Peki, Erdoğan ne aldı? Meşruiyet. Meşhur meşruiyet. Yani bir bakıma bu, bu meşruiyet arayışı ve Amerika’nın Erdoğan’ın asıl değerlerinin meşruiyet olduğu konusundaki teşhisi alenileştirmesi ülkemiz açısından da demokrasimiz açısından da gerçekten çok acı. O zaman mesele memleket meselesi mi? Yoksa mesele iktidarın bir şekilde devamı mı, şöyle ya da böyle. Erdoğan’ı kastediyorum, Erdoğan’ın iktidarının devamı. Bütün bu al-verde asıl Erdoğan’ın kendi perspektifinden baktığımızda en önemli konu buysa diğer pek çok konu ne kadar önemli? Diğer pek çok konuda müzakereler ne kadar sıhhatli yürüyor. Ne kadar elleri güçlü? Ne kadar bastırabiliyorlar, bilemiyoruz. Onun için insan üzülüyor.

“Meşruiyet devşirme durumuna düştüyse yazık”

Bir yandan da bizim iktidar yanlısı basına bakıyoruz, o basının neleri yansıttığına bakıyoruz, o basına verilen yönlendirme sürekli dikkat ederseniz bu meşruiyet ve güç algısıyla ilgili konular. İşte ‘şurada şunu yaptı, işte kapıda bekledi, sandalyesini tuttu, yok öbür toplantıda yanına oturttu’ şöyle böyle… Bunlar şekli şeyler. Erdoğan’ın Trump’la olan ilişkisi Trump’ın Erdoğan’a şekli olarak davranışı ve buralardan bir anlam çıkartmaya çalışmak, bunlara anlam yüklemeye çalışmak aslında baştan bir zafiyet göstergesi. Siz güçlüyseniz, sesiniz geliyorsa yanına değil de masanın orasına da oturursunuz, adamı rezil eder, kalkar gidersiniz, mesela buysa. Söyleyeceğinizi söylersiniz, adamı rezil eder, kalkar gidersiniz. Mesela Gazze. ‘Kardeşim, Netanyahu soykırım yapıyor. Sen de onun en büyük destekçisisin. Sen onu desteklemesen bu adam bu kadar caniliği, bu büyük katliamı yapar mıydı? Bana onu söyle kardeşim’ diye masanın öbür ucundan da bunları söyleyebilirdi. Nerede oturduğu çok önemli değil ama basının yönlendirmeleri biraz daha ‘Bak bizim Cumhurbaşkanı çok önemli. Bak Amerikan Başkanı bu kadar önem veriyorsa demek ki siz de ona saygı duyun’ gibi bana göre zorlama yaklaşımlar, başka bir şey değil.

Ben Beyaz Saray’a çok gitmiş gelmiş bir kişi olarak bunları söylüyorum, ülkem adına da üzülüyorum. Eskiden hiç mesele etmezdik ki bunları. Türkiye 1 Mart tezkeresine ‘hayır’ demiş bir ülke. Biz o özgüvenle girip çıkıyorduk Beyaz Saray’a. Ben Erdoğan yokken de Beyaz Saray’a gittim geldim kaç kere, bir sürü işimiz vardı Dışişleri Bakanlığı döneminde. Başımız dik, ‘Talebimiz budur arkadaş, derdiniz nedir anlatın’ diye iki başat aktör olarak konuşuyorduk. Şimdi öyle değil.

Tabii ki şu da var, Türkiye’nin saygın bir ülke olması, Türkiye’nin saygı görmesi, bu ayrı bir şey. Saygı ayrı bir kavram ama meşruiyet başka bir şey. Yani o çok acı bir şey, çok acı. Önemli olan milletin gönlündeki meşruiyet. Yoksa ‘Trump şöyle oturdu, böyle oturttu…’ Buralardan meşruiyet devşirme durumuna düştüyse yazık.”